Memleket
Mektupları
TOSYA
– Zelzeleden sonra
–
Otomobilimiz
kasabaya girerken ilk gözüme çarpan enkaz yığını, Hastahane oldu. Daha iki üç
sene evvel faaliyete başlayan bu muazzam beton binanın demir, çimento ve taş
külçesi haline gelişi ileride karşılaşacağımız facia hakkında bana açık bir
fikir veriyordu.
Köprübaşındaki
birer resmi daire olan çadırların önünden geçerek Hanönü’nde durduk. Üstüne P.T.T
merkezi yazılı kırmızı bir tabelanın çakılı bulunduğu çadırların önündeydik. Güler
yüzlü müdürün kısa cümlelerle verdiği izahatı dinlerken bir gürültü sohbetimizi
kesti, sebebini öğrendik. Ufak bir rüzgârla yıkılacak hale giren Yenicami,
minaresi istihkâm müfrezesi tarafından atılmış… Bu işin kazasız belasız neticelenmesi
herkesi sevindiriyordu.
Minarenin
dibindeki Veli Hoca’nın evi bu ikinci felaketten de kurtulmuştu. Kasabaya akşam
pek erken girdi. Elektrik yanmadığı için ortalıktan el etek çekiliyordu. Herkes
barakalarına, çadırlarına girmişti.
Fevzipaşa
İlkokulu’nun önünden geçiyoruz. Yanımdaki öğretmen “İşte kızımın mektebi!”
diyor. Üç mektebin içinde tamirden sonra işe yarayabilecek tek mektep… Arkadaş
devam ediyor:
–
Mektepte uzak köylerden beş çocuk yatıyordu. Zelzele başlayınca hemen
yataklarından fırlıyorlar. Nereye gitsinler, kimseleri yok, doğru başöğretmenin
evine… Kazım’ın evi enkaz yığını halinde… Öğretmen arkadaşlar kurtarmak için
ellerinde keser, testere uğraşıyorlar, beyhude… Yağmur durmadan yağıyor. O gece
başöğretmenlerde misafir kalan Belkıs nasılsa kurtuluyor. Üstünde başında bir
şey olmadığı için pardesü veriyorlar. Hala soğuktan heyecandan titremektedir. Çocuklardan
biri pantolonunu çıkarıp öğretmenine veriyor.
Biraz
sonra Kazım’ı iki çocuğuyla birlikte ölü olarak çıkarıyorlar. Muhitinde çok
sevilen bu kültürlü arkadaş karşısında, şahsi ıstıraplar unutularak baş
döğülüyor…. Asabı bozulan Belkıs kahkahalar atarak bağırıyor.
–
Söyleyin, kim verdi bu pantolonu? Gösterin bana, kim verdi?
Maarif
çadırındayız. Kazım’ın yerine geçen İhsan yazı makinesinin başında, okulu
yıkılan bir köy öğretmenine kaymakamın emrini tebliğ ediyor:
–
Tedrisat köy odasında yapılacak, şu dergileri al, sonra al şu paketi de içinde
pastırma var. Kastamonu öğretmenleri göndermiş.
Öğretmenin
yeşil gözleri yeniden aydınlanıyor:
–
Sağ olsunlar!
Karınca
kararınca… Kalın bir defterin sayfalarını çeviren yeni maarif memuru Kazım’ın
son yazısını gösteriyor: 26.XI,1943 Kilkuyu
Çeltik
fabrikasının önündeyiz. Fabrika karaya vurmuş büyük bir harp gemisini
andırıyor. Toprak Ofisi’nin 650 ton çeltiği enkaza karışmış… Bir hayli yağmur
yediği bir bakışta anlaşılıyor. Fabrikanın bekçisi Ali bu taş ve makine yığınları
arasından pek kolay kurtulmuş, anlatıyor:
–
Kapıda bir tıkırtı duydum. Yataktan fırladım. Bir hırsız olmasın diye, pencerenin
önüne dikildim. Dört yanı kolluyordum, çok geçmeden ortalık alt üst oldu. Bastığım
yerden başka fabrikada sağlam yer kalmadı. Az önce içinden çıktığım yatağa
baktım, üstüne duvar olduğu gibi çökmüş…
Fabrika
kâtibi Mehmet enkaz arasında çalışan işçilere emirler veriyor; ayağıyla yıkılmış
duvarlara dokunarak:
–
Şunların yıkılacağı kimin aklına gelirdi.
Sonra
işçilerin önümüze bıraktığı bir pirinç çuvalının ağzını açıyar. Eline sarı bir
kerpiç parçası alıyor:
–
İşte, Tosya’nın meşhur pirinci…
R.
I
Vakit
Gazetesi – 4 Ocak 1944
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder