Ilgazlılar
ve Tosya Pirinci
Bu meşhur mahsulün nefasetini nasıl ihlal ediyorlar?
Tosya
Tosya
pirinçleri ve buğdayları meşhur olan bir kazamızdır. Pirinç istihsâlâtında en
büyük bir amil olan “Devrez Çayı” Tosya’yı hazinelere gark etmektedir. Kargı ile
Tosya arasında Kızılırmak’a dökülen Devrez vadisi hep çalışkan Tosyalılar
tarafından ihtimamla ekilen ve bakılan çeltik tarlaları ile doludur. Bilhassa Ağustos
aylarına doğru bu vadi ucu bucağı bulunmayan bir yeşillik meydana çıkmaktadır. Tosyalıların
ektikleri çeltik tarlalarının mesahası 75-80 bin dönümü geçmektedir. Köylü tarafından
işlenilen bu arazinin hemen hepsi Tosya kasabasında oturan zenginlerin olduğu
için köylü, çeltik işlerinde ortağına iş yapmakta ve sabahtan akşama kadar
kızgın Temmuz güneşinin altında çalışarak kazandığı çeltiğin yarısını hiçbir gûnâ
emeği sebkat etmemiş bulunan ağaya tevdi etmeğe mecbur kalmaktadır. Fakat bu
sene Devrez’de su az olduğu gibi, Tosya pirinçlerinin şöhretini bütün bütün
kaybettirecek bazı hareketler istihsâlât üzerinde fena tesirler yapmıştır. Devrez’in
menbaı Çankırı vilayetinin daha ilerilerindedir. Yalnız Çankırı’nın Ilgaz
kazası, Tosya’da çeltik alet olalıdan beri bir santimetre murabbaı bile çeltik
ekmediği halde son iki sene zarfında çeltik yapmak hevesine düşmüş ve çeltik
için hiçbir sulu bilmeyerek beyhude yere Devrez’in suyunu yaptıkları çeltik
tarlalarına çevirmişler. Bu suretle Tosya çeltiklerinin hali susuzluktan
fenalaşmış, Ilgazlılar da cahil olduklarından bir menfaat temin edememişlerdir.
Ilgazlıların Devrez’e olan bu fuzuli müdahalesi Tosya çeltikçilerini fena halde
sinirlendirmiş ve iki kaza arasında münazaalar çıkmasına sebep olmuş. Benim Tosya’da
bulunduğum sırada iki kaza arasında çıkan bu ihtilafın halli için Çankırı ve
Kastamonu vilayetlerinden bir heyet gelmiştir.
Tosya
pirincinin nefaset ve şöhretini ihlal edici bir mahiyet arzeden Ilgazlıların bu
fuzuli müdahalelerine her halde bir nihayet verilmesi icap etmektedir.
Tosyalılar
yaz geldiği zaman hep bağlara çekiliyorlar ve kasabada birkaç memurdan başka
kimse bulunmuyor.
Gündüz
kasabada işi olanlar da akşam merkeplerine binerek bağların yolunu tutuyorlar. Gece
oldu mu artık ne bir lokanta, ne de bir açık dükkân bulmak imkânı olmuyor. Tosyalıların
bağa gitmelerinin acısını, asıl yabancı olanlar çekiyorlar. Daha doğrusu ben
çektim ve tam bir gece aç kalmak ve aç yatmak bedbahtlığında bulundum.
Tosya’da
gündüzleri yemek yenebilecek şöyle böyle bir aşçı dükkânı var. Akşam yemek
yiyecekler gündüzden yemek tembih edeceklermiş… Ben bilmediğim için tembihte
bulunamamışım ve nihayet aç kalmışım.
Tosya’da
nazar-ı dikkatimi celbeden bir meseleden bahsedeyim: Seyahatim esnasında, her
gittiğim otel ve handa gelen yolcunun hüviyetinin tespiti için imlası lazım
gelen bir cüzdan var. Her yerde bu cüzdanın muhteviyatı birbirinin aynı. Yalnız
Tosya’daki çok orijinal bir halde… Diğerlerinin hüviyetin tespiti için adı,
babasının adı, işi, gücü, ne zaman geldiği, ne zaman gideceği, beraberinde
kimse olup olmadığı vs… Tosya’daki Defter-i Hâkânî kayıt defterleri gibi kalın,
enli, battal bir defter, bir sahifede belki 25 hane var. Misafir bu sütunlarda
sorulan her şeyi yazmak mecburiyetinde. Şayet bir tanesine cevap vermediniz mi
büyük bir cürüm işlemiş oldunuz. Ve otelci derhal size cürmünüzün temas ettiği
ceza kanununun mevâdd-ı mahsûsasını hatırlatır. Bu sütunlarda şunlara cevap vermek
mecburiyeti vardır.
Boyu,
posu, sıkleti, suratının biçimi, bıyığının şekli, gözlerinin rengi, şişman mı,
zayıf mı, elbisenin rengi, biçimi, şapkanın cinsi, azasında bir noksanlık var
mı?... Hatırımda kalmadı. Daha buna benzer acaip bir sürü sualler…
Tosya’da
tetkike değer mevzulardan birisi de “Bedesten”dir. Çok eski zamanlardan kalma,
her tarafı kalın taş duvarla kaplı olan bedesteni çarşının ortasında bulunuyor.
Bedestenin demirden bir de kapısı ve ihtiyar da bir bekçisi var. Yazın bağlara
giden her Tosyalı evinde kıymetli eşyasını bir sandığa yerleştirerek getiriyor.
Bedestenin bekçisine teslim ediyor. Ellerinde fazla ziynet eşyası olanlar,
mağazalarında fazla malları olanları olan tüccarlar hep bütün mallarını getirip
bedestene koyuyorlar. Hem de sandıkları kilitlemeye bile lüzum görmüyorlar.
Buraya
bırakılan eşya uzun seneler kalabiliyor. Hatta sahipleri ölmüş, kimin olduğu
belli olmayan 50-60 senelik eşya varmış. Bedestenin demir kapısının Nuh
zamanından kalma iki büyük demir kilidi var. Akşam bekçi, her iki kilitle
kapıyı sıkıca kapadıktan sonra anahtarın birini hiç kimsenin haberi olmadan
usulca bir tüccara teslim ediyor. Ve oradan uzaklaşıp gidiyor.
Sabahleyin
kapıyı açacağı zaman akşam bıraktığı yerden anahtarın birini alıyor. Esasen ikinci
kilidin anahtarı kendisinde… Kapıyı açıyor. Kapı açılırken siftah parası vermek
icap ediyor. Bu suretle bedesten bir hırsız tehlikesinden masun kalıyor. Bir tüccara
bırakılan anahtar, ikinci gün başka birine, öbür gün bir başkasına veriliyor. Bu
suretle ikinci anahtarın kimde kaldığı belli olmuyor.
Talat Mümtaz
9
Ekim 1930 – Vakit Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder